bugün

entry'ler (56)

ukte dolması

tam tarifi:

* gerekli malzemenin çoğu elimizde olsa da en önemli malzemeyi yani ukteyi temin etmek için üst kısımdaki ukte butonuna gidilir.
* aldığımız uktenin üzerinde pişirim tavsiyesi niyetine 'ukte notu' varsa o gözden geçirilir.
* özenle doldurulur ukte; malzemeler ne kadar iyi seçilirse o kadar güzel olur sonuç, tabi bir de ne eksik ne fazla olmalı malzemesi, muntazam bir dolma için.
* sonra gizli bkz, yıldızlı bkz vs. (üzerini kapatan domates misali) son rütuşları yapılır.
* ve dolmamız hazır.
* ekle butonuyla servis edilir.
* tadından yenmez.

bakınız dolması

tam tarifi:

* boş bir bkz alınır
* içi hazırlanır, elde olmayan malzemeler uygun yerlerden temin edilir,
* özenle doldurulur bkz'a uygun bir şekilde. sadece malzemenin güzel olması değil onun güzel bir şekilde işlenmesi de gereklidir güzel olması için; ayrıca taşırmak, eksik koymak vs. görüntüyü bozar, çirkin olur dolma.
* sonra gizli bkz, yıldızlı vs. (üzerini kapatan domates misali) son rütuşları yapılır.
* ve dolmamız hazır.
* ekle butonuyla servis edilir.
* tadından yenmez.

zimbirzimba

çocukluk, daha doğrusu ergenlik dönemi oyunlarından. şöyledir efenim:

bir ebe vardır, bir de onun bulunduğu küçük yuvarlak bir alan. (tebeşirle çizilir genelde)(bu tebeşirleri de tahtadan çok yerlerde kullandık sanırım, tamam dağıtmıyorum daha fazla)
ebe yuvasına dinlenmek ya da kaçmak için gider. zira yuvasının dışına çıkınca iki ayak üzerinde duramaz. tek ayak üzerinde tekme atabildiği kadar oyuncuya tekme atmaktır amacı; 2. ayağı yere değdiği anda kimseye vuramaz, aksine diğer oyuncular buna vurma hakkı kazanırlar yuvasına gidene kadar.

genelde erkekle oynarlar, arada kızlar da oynamak gibi bir akıllılık yapsalar da. yapmasınlar etmesinler; ben oynadım, arkadaşım bi' vurdu yere düştüm, sonra bir hafta küstüm vala.

intihar notu

bu seferki yazısına dip not değil
dipteliğinden bir nottu
o da her zamankiler gibi kısa ve net oldu
(el)veda...

sarhos olamamak

derttir, büyük dert. genelde en sarhoş olmak istediğinizde başınızda biter, anınızı çekilir olmaktan iyice uzaklara sürükler.

sarhoş olup içinde biriktirdiklerini kusmak varken kabul etmez bedenin, ancak içtiklerini kusabilirsin.

içip içip uyumak, bir süreliğine de olsa unutmakken tek istediğin ancak uyarıcı etkisinde takılırsın içkinin, gözünün acılara daha da açık, dumanla daha da acıtıcı baktığı bir gecedir bekleyenin.

bulanmışken hayatın bulanıklaşsın istersin algın, bulanıklaşsın ki etrafına alışasın, resimdeki siyahları hemen seçen o gözlerden kurtulasın; hafif bulanıklıkta görüntünün daha da siyah olduğuyla kalırsın.

istanbul

bir masal, devleriyle cadılarıyla perileriyle
devin ayağı altında ezilmekten
cadının planlarına yetişmekten
perinin karşısındaki sermestlikten
asla çıkış kapısını bulamaz masala-misafir.

bir hikaye, yarım bırakılmış yazarınca,
herkes yazsın diye kendi kısmını anlarıyla
çok kelime eklenmiş yıllarca,
çok hayatlar başlamış bitmiş sayfalarında
çok yazar bitmiş de hikaye bitmemiş
her gelenle apayrı bir (b)oyuta taşınmış, eşsizleşmiş.

bir roman, yeni bir şey değil konusu, her zamanki mevzular
fakat bir günü bin sayfaya dolu dolu yazabilen bir dili var
bir (b)ölümden diğerine atlarsın, onları unutmam sanırsın
ama ardında onca (b)ölüm bıraksan da hep yolun başındasın,
ardındakiler kolay silinir, her şeyi ilerinin umuduyla (y)aşarsın.

yarım bırakılmış bir şiir
herkes bir yerlerinde kendinden geçer,
devamını getirme hevesini yitirir.

uuserlardan denemeler

bugün ben çok susuyorum
dün çok içtim, içimdekileri çok kustum.

bugün ben ağlamayacağım
dün ağıma yeteri kadar acı taktım.

bugün ben sadece 'ben' diyorum
dün 'sen' lerin hepsini harcadım.

adim adim kilavuzlari

serkan altuniğne'nin penguen'de çizdiği köşelerden biri; bir akıl verenle onun söylediklerini uygulayanı çizer her hafta. komedi dükkanı'nın karikatür hali gibi sanki.

utanmadan iddia ediyorum

memo tembel çizer'in her hafta enfes tespitler ve çizimlerdeki enfes mimiklerle yardığı bölüm. bu haftadan:

- biliyorsunuz ki sevgili okurlar, "davulun sesi uzaktan hoş gelir"
- peki yakından?...
biraz korkunç, deyil mi?...
hele bi de bu bateriyse, yanında da distorşın gitar, elektronik aksam, dicey filan varsa...
neden?! niçün yüksek sesli müzik? niye!
- çünküüüü...
iddia ediyorum kiii...
iddi...
ney?! duyamıyor musunuz?
yaklaştırın kulağınızı!...
- iddia ediyorum kii
yükses seli müziğin amacıı...
kulağı dudağa deydirmektir!..
- efenim, buyurunuz sosyal bir ortamda, muhabbet eden kalabalık gibi bir arkadaş gurubu içerisinde kur yapmanın zorluklarını beraber izleyelim:

(masadakiler: sap kanka, kur yapmak isteyen erkek, o erkeğin kur yapmak istediği dişi, baskın muhabbetçi, kur yapmak istenilmeyen ama kesik atan kız)

- şimdik soruyorum size, bu karmaşık ortamda, sap kankanın kınayıcılığına aldırmayıp, baskın muhabbetçiyi bastırıp, diğer kızı kırmadan ve muhabbet mevzuuna aykırı düşmeden hedef kızla aradaki mesafeyi aşmak mümkün mü?!. değil!..
- şimdil aynı ortama basalım yüksek sesli müziği...
ortak muhabbet bitti kimse kimseyi duymuyor.
sap kanka kınayamıyor çünkü duyamıyor...
baskın muhabbetçi araya giremiyor...
diğer kız yok
kıza kur yapmak isteyen erkek, konuşmak için kızın kulağına bağırmak zorunda...
mesafe otomatik kapanıyor.
ve dudak kulağa deyiyor!

- iddia ediyorum! yüksek seli müzik, ikili ilişkilerde çiftlerin topluma karşı sorumluluklarını kaldırmak, sosyal aşamaları atlayıp kuru direk temasla başlatmak için vardır!..

mendil

yumuşacık, derin bir şarkı.

neyi anımsatır mendil; ayrılıksa, beyazsa
neyi anımsatır mendil; ayrılıksa, beyazsa
öpülmeden kızaran yüzün bir avuç hüzün
neyi anımsatır mendil; ayrılıksa, beyazsa.

boğulur can pınarı, can damarı kuruyan
neyi götürüyor mendil; nedir kalan
neyi anımsatır mendil; ayrılıksa beyazsa
neyi anımsatır mendil; ayrılıksa beyazsa
öpülmeden kızaran yüzün bir avuç hüzün
neyi anımsatır mendil; ayrılıksa beyazsa...

dipnot: bir şarkının sözleri hiçbir yerde mi bulunmaz yahu, ne yazık ki el emeği göz nuru. kimin söylediğini bilen bir adım beri gelmesin de bir iki satır aşağı (sola) insin, bir mesaj atıversin lütfen.

akrep ile yelkovan

yelkovan da yaşar hayatını akrep de
yelkovan da akar zamanı akrep de.

yelkovan büyüktür sözde, akrep küçüklüğünün ö(vün)cünde
akrep küçüktür sözde, yelkovan büyüklüğünün (n)i(te)liksizliğinde.

yelkovanla akrep arası bir yaşam
birileri hep bir yerlere koşan,
birileri durağanlığında büyük devinimler taşıyan,
yelkovanla akrep arası bir (zam)an
içine nice ölü ağıdını sığdıran,
yelkovan korkar da akrep omuzlanır her birini
ondan ağıtlarda zaman dururmuş gibi.

mendilimde kan sesleri

mendilimde kan sesleri
pıt...pıt...pıt...

dudağımdan damlıyor kimi
kelimeler kan(at)ıyor dilim(i),
çok düşünmüşümdür, bundan mıdır dudakların rengi
en kanayası yer midir dudak bedendeki.

alışmamış damak kolay kanar denir hani,
fırçalanmalı sürekli,
halbuki kelimelere alışamıyor dudaklar
onlardan arınmak kanatıyor sürekli be(de)nimin içini.

gözlerimden damlıyor kimi
en çok da unutmaya içtiğim (s)anma geceleri
hani kanlanır ya gözler
işte o kanlar tek kalınca güçlenir, bedenleşir, sesleşirler,
mendilimde kan sesleri
pıt...pıt...pıt...
ne kadar uğraşsam da içime çığlıklıklarımdan daha çabuk erişirler.

gözümde kanlar
hani yeşiline karasına dokunamazlar da bir tek beyazını kaplarlar
kanlar zaten hep en temizleri boyarlar.
gözümde kanlar,
şarabımdan değil benden-senden damlalar
şarap anca seni getirir de ben kanayacağını anlar.

(yan)aklarımdan damlıyor kimi
hani jilet kesiği gibi
önce hissetmiyorum
sonra tatlı bir yanma
ardından uzun, derin bir acı,
anlayacağın onlar keskin öpüşlerin kanları.

mendilimde kan sesleri
pıt...pıt...pıt...
tam sıkıştırılamamış bir musluk gibi,
aman ha denemeyin sıkmayı
bir anda fışkırıp kan yapabilir temiz elbiselerinizi.

sevgili

sevgisi hiç de bol olan biri değildi
ondandır kendisine kolay kolay yakıştıramazdı sevgililiği.

sevgili...
hep büyütmüştü aklında da kalbinde de dilinde de bu kelimeyi
aklındaki ağırdı, düşünmeye başladığında diğer bütün düşünceleri bastırırdı,
kalbindeki deliydi,
öyle bir çarptırırdı ki kalbini, tek gerçek odur zannettirirdi yaşamdaki,
dilindeki baskındı,
çünkü bir bakıma kalbindekiyle zihnindekinin ortaklığıydı,
birleşip asıl sahibine doğru çıkışlarıydı.

birine sevgilim dedi aklıyla ama hissedemedi kalbinde
bu nedenle de hiç söyleyemedi diliyle
birine kalbiyle dedi zannetti ama nedense hiç kelimeye dökemedi
daha sonra farketti kalbinin kolayca kanabildiğini ama dilinin emin olmayı beklediğini,
birine sevgilim dedi sonunda
sevgilim
sevgisi olanım
sevgimi içine alanım
sevgisini içime sunanım
sevgilim
zihnime kalbime dilime sevdirebildiğim.

delinin olumu

(delinin bir şehri vardı;
şehir ölüydü, yaşamıyordu sakinleri yaşamlarını ama deli buna hiç aldırmadı
zira ölüm delilikti, deli buna alışıktı
şehrin bir delisi vardı;
deli öldü şehir günlerce ağladı.)

ölüm delidir
uzaktan etkilemez de pek
insan yakına gidince irkilir.

deli uzaktan şirindir
ama insan yakınında hep diken üzerindedir, tetiktedir.

deliler sevilir sevilmesine de
bir çok insan için akıl hastanesinin kapısı kilitlidir
zira bünye birden fazla deliye aynı anda dayanabilcek güçte değildir.

delinin ölümü iki delinin birlikteliğidir,
kalbi delirtir, delice kederlendirir.
**

yalnızlık

üç adet yalnızlığım var
biri yazlık, ince
çok samimi, çok sıcak anlarda fazlalığını hissediyorum sadece,
normalde iyidir, bana bırakır beni sessizce;
biri baharlık,
üşütür soğukta, kolay kolay kurumaz tirtir titretir ıslanınca
dikkatli olmaya, yağmuruma yakalanmamaya çalışıyorum onlayken
ama güven olmuyor ki bu deli havalara
bir şey olmaz bundan dediğim küçücük bir keder bulutu bile yağmura dönüyor bir anda;
son yalnızlığım kışlık
en sert havalarda sıcak tutsun diye aldık,
ama bir şeyi farkettim ki giydikçe
çok fena boğuyor bu kışlık yalnızlık
kolumu oynatmak istemiyorum ağırlığından,
nefesim tıkanıyor boğazlığından,
dışarıyla bağımı kopardığımı hissediyorum kalınlığından,
sanki hissetmiyor tenim, nemlenmiyor gözeneklerim, tıkanıyorlar,
sonra soyununca çatlıyorlar, kanıyorlar, çok acıtıyorlar.

bütün yalnızlıklarımdan soyunmak mı,
mümkün değil bu dakikadan sonra,
alıştım hepsine, anlaştım teker teker her biriyle,
doğru zamanda giydiğim sürece iyi geliyorlar bedenime, zihnime, beynime.

(aklım binbir yerde gezinmekte,
bedenim otobüste,
baharlık yalnızlığım üzerimde.)

kral ve soytarı

ezginin günlüğü 'nün kral ve soytarı'sı; her şey yolunda albümlerinden:

deli ağacın kuşları
ne konuşur susuşları
nice sorup duruşları
kim kral kim soytarı

gören göz neler görür
at izinden, it ürür
soran sonunda bulur
kim kral kim soytarı

köşe başında bir deli
aba giyer olur veli
şşt dedi sokak köpekleri
kim kral kim soytarı

kime dedim de kim bile inanmadı
beni deli divaneye saymalı
çekegötürdüler canımı sigaya
de bakalım kral mı soytarı mı

adamın elinde boru
çala durur sabah beri
yaşasın aklımın zoru
hem kral hem soytarı.

istanbul

hakkında neler yazılmadı, neler anlatılmadı
nasıl bir şeysin ki yazan kalemler bir saniye bile durmadı,
anlatan ağızlar bir an bile susmadı,
yolların kimlerin ayağına takılıp düşürdü, kimleri hayata döndürdü,
kimleri aşık ettin kendine, kimlerin aşkına aşk kattın güzelliklerinle hatta ve hatta çirkinliklerinle,
o çirkinliklerinde bile hissettirdiğin tekliğinle, eşsizliğinle,
bir yağmurunla kattın önüne kaç kişinin dertlerini de götürdün sahiplerinin temiz bedenlerinden boğazının en derinlerine,
bir silkelenişinle o diplerindeki acıları nasıl da dağıttın yüreklere yeri gelince,
öğrettin sevenlerine;
acı vermiyorsa bir şey
aşık da edemez kendine,
bakın dedin en büyük acılar da bende istediğiniz bütün en'ler de...

alla beni pulla beni

yıllardır dinlerim, yıllardır bayılırım ve işin komik yanı sözlerini de çok severim. tabi ki komikliği sözlerinin sevilesi olmamasından değil -zira bir barış manço şarkısının sözlerini eleştirmek de haddim değil-, komik kısmı onca senedir dinlediğim sözlerin dün ilk defa ayrı bir görüntüyle gözümde canlanması. şöyle ki:

bayan vokalin isteğini dile getirişiyle başlar parça:

'gözüm senden başkasını görmez oldu yar
gönlüm senden bir şey ister nasıl desem yar(utana sıkıla söylenmiş belli, nasıl desemler falan)
alla beni pulla beni al koynuna yar(hatun niyeti bozmuş).'

barış manço cevabı her kıtada benzer: senin için dağları deleyim, yıldızları kurutayım, saçlarına yıldızlardan taç yapayım vs. asıl isteğe bir cevap vermez ve kızımız tekrar eder isteğini!

cevap yaklaşık şöyle bir şeydir her seferinde: dağlar taşlar senin olsun, denizler yerinde dursun, yıldızları yerinde güzel...gönlüm senden bir şey ister nasıl desem yar, alla beni pulla beni al koynuna yar!(ısrarlı)

işte öyle bir şey...*

aldatmak

Annemi aldattım sende önce; yapmam dediklerimi yaparak, aldattığımın bilinçli bilinçsizliğiyle;

Ablamı aldattım sonra; bağlanmam derken dilim her gün daha çok bağlanan kalbimle, bir yandan farkındayken bir yandan bunun ürkekliğiyle gözünü kapatmaya çalışan zihnimle;

Sonra seni aldattım bir gün; bu ürkek zihnin bağlanmamalıyım serzenişleri eşliğinde, kendimden geçmişçesine yaptığımın çirkinliği ve o anki deli aklımca gerekliliğiyle;

Sonra ayrıldık; aldatmaca bitti sandım, kendimi aldattım bu noktada; aşk biter mi öyle ufak bir elvedayla, aldattığını hissetmez mi insan ayrıldıktan sonra da?

Sonra yine seni aldattım ve yine beni; seni aldattım başka gözlerde başka sözlerde, kendimi aldattım her gözde her sözde seni bulmaya çalıştığımı kendimden gizleyişlerimde...

muhendisler odundur

ödündür tabi*! karşınızdaki mühendis eğer ki başarılı ve zeki bir mühendisse sizin için bir çok şeyden ödün vermekle eşdeğer olabilir adı, zekası ve sizin üzerinizde bıraktığı etki sonucu. **